Kaç gündür uykusuzluk gözlerimden akıyor. Bilmiyorum belkide yine oyuna başladığım için böyle oldu. Sövmek istediğim bir sürü insan var, ama sövemiyorum. Haberleri açıyorum, izliyorum sonrada
'' Yaşanır mı lan bu ülkede '' diyorum. Bir espriyi bir kere duyduktan sonra ertesi gün, aynı espriyi yapanlara '' duyarsız '' diyorum. 1 aydır perşembe gelse de belki bi umut onunla ders çalışırız diyorum. hep diyorum diyorum diyorum...
İnsanlar çok çabuk unutuyor, bazen o kadar çok unutuyor ki yaşanmış onca şey yaşanmamış oluyor. Ticaret de bile aynı bu, ticaret ne alaka şimdi diyebilirsiniz ama bir kere ticaretin içine girince, en önemli şeyin güvenebilmek olduğunu anlıyorsunuz. neyse zaman herşeyi çözer demişler şu beklemek olmasa.
Hiç uykum yok. Hiç uyuyamıyorum. Domuz gibi içiyorum. Ama gözlerimi kapalı bile tutamıyorum. Sabaha beş saat var. Annemi düşünüyorum. Nerededir şimdi? Aynada kendime bakıyorum bazen. Ve tek kelime etmesem bile vücudum yaşadıklarımı, hayattan ne anladığımı anlatmaya yetiyor.
3 Nisan 2013 Çarşamba
13 Mart 2013 Çarşamba
Yine solduk soluyoruz. selam.
bugün cenaze arabasının arkasından koşan çocuklar gördüm.
bunun üzerine bir şeyler yazmamam gerek aslında
yoo.
bugün cenaze arabasının arkasından koşan çocuklar gördüm o kadar.
gördüm yürürken bana yaklaşan zamanı.
hazır çürümeye başlamışken tüy gibi ölen kadınları.
devlet opera ve balesinden emekli şişmancaları.
sırtında karınca taşıyan dünyayı
sırtında dünyayı taşıyan karıncayı.
ölümsüzlüğü icat ettiğinde bir gün insanlık, kendi sonunu
hazırlayacaktır.
sonra bütün cenaze arabaları hurdaya çıkacak
bütün çocuklar koşmayı unutacaktır.
bugün cenaze arabasının arkasından koşan çocuklar gördüm.
bunun üzerine bir şeyler yazmamam gerek aslında
yoo.
bugün cenaze arabasının arkasından koşan çocuklar gördüm o kadar.
gördüm yürürken bana yaklaşan zamanı.
hazır çürümeye başlamışken tüy gibi ölen kadınları.
devlet opera ve balesinden emekli şişmancaları.
sırtında karınca taşıyan dünyayı
sırtında dünyayı taşıyan karıncayı.
ölümsüzlüğü icat ettiğinde bir gün insanlık, kendi sonunu
hazırlayacaktır.
sonra bütün cenaze arabaları hurdaya çıkacak
bütün çocuklar koşmayı unutacaktır.
9 Mart 2013 Cumartesi
Görünen o ki standart bir hayat, birkaç aşamadan oluşuyor.
önce çocuk oluyorsunuz. iyi yaşamışsanız sonra ki aşamada yani gençliğinizde hayatın farklı tatlarını keşfediyorsnuz.
bir gün 21-22 yaşına geliyorsunuz ve vakit hızla akmaya başlıyor.
hayatta ilk adımlarınız çünkü bunlar
tatilin ilk günü plajı gören çocuk gibi denize atlıyorsunuz.
kumda oturup kale yapan da var ama ben ve arkadaşlarım genelde onları yıkanlar olduk.
bir sürü macera, bir sürü farklı insan, bir sürü seyahat derken
zaman gerçekten o kadar ama o kadar hızlı akıyor ki,
artık çocuk olmadığınızı, bir biranede içerken anlıyorsun.
nasıl anlatsam sanki lanet li bir aksakallı dede kulağına fısıldıyor
nerdesin, napıyorsun, burdakiler kim tarzında
algınız zamanın gerisinden geliyor.
kafanızın içinde hep ''müslüm babadan affet şarkısı'' çalıyor.
sanki
heyecanınız o seviyede sabitleniyor...
Biri de ordan çıkıp aşk kolay birşey olsaydı
herkes doğru anlardı diyor.
ve bu öyle birşey ki değiştirme imkanınız neredeyse yok
herkesin uzun dönem sevgilileri, nişanlıları hatta evlenme hayalleri kuran kız arkadaşları oluyor.
nasıl oluyor tam anlamasam da
bazen arkadaşlarınızla öyle bir araya giriyorlar ki dönüp
''sen kim oluyorsun lan'' diyesiniz geliyor, ama diyemiyorsunuz.
ilerde ne olucak bilemem yaşlanınca görücez.
önce çocuk oluyorsunuz. iyi yaşamışsanız sonra ki aşamada yani gençliğinizde hayatın farklı tatlarını keşfediyorsnuz.
bir gün 21-22 yaşına geliyorsunuz ve vakit hızla akmaya başlıyor.
hayatta ilk adımlarınız çünkü bunlar
tatilin ilk günü plajı gören çocuk gibi denize atlıyorsunuz.
kumda oturup kale yapan da var ama ben ve arkadaşlarım genelde onları yıkanlar olduk.
bir sürü macera, bir sürü farklı insan, bir sürü seyahat derken
zaman gerçekten o kadar ama o kadar hızlı akıyor ki,
artık çocuk olmadığınızı, bir biranede içerken anlıyorsun.
nasıl anlatsam sanki lanet li bir aksakallı dede kulağına fısıldıyor
nerdesin, napıyorsun, burdakiler kim tarzında
algınız zamanın gerisinden geliyor.
kafanızın içinde hep ''müslüm babadan affet şarkısı'' çalıyor.
sanki
heyecanınız o seviyede sabitleniyor...
Biri de ordan çıkıp aşk kolay birşey olsaydı
herkes doğru anlardı diyor.
ve bu öyle birşey ki değiştirme imkanınız neredeyse yok
herkesin uzun dönem sevgilileri, nişanlıları hatta evlenme hayalleri kuran kız arkadaşları oluyor.
nasıl oluyor tam anlamasam da
bazen arkadaşlarınızla öyle bir araya giriyorlar ki dönüp
''sen kim oluyorsun lan'' diyesiniz geliyor, ama diyemiyorsunuz.
ilerde ne olucak bilemem yaşlanınca görücez.
6 Mart 2013 Çarşamba
Bazen, muhtemelen ikimizin de beğendiği yeşilçam filminini gereğinden fazla cool adamlarından biri olmak ve elimde bir meşrubat, meşrubat hiç cool kelime değile mesela - elimde bir meşrubatla -ama az evvel kurduğum cümleyi yavaşça tekrarlamak gayet cool. öyle öğrendik ekranlardan emin değilim. -neyse işte öyle bir herif olmak ve seni izlemek istiyorum.
olmuyor tabi öyle 'olsundu' şu fiil çekimi - film ekimi hakkında ne düşündüğümü bilmiyorum. bu yetersizliği tanımlamak için sanırım. ben vedat milor yemeklerinde tanışmış, aşık olmuş ve bol bol kullanmıştım senin için yazdığım kitapta. af dilemek için tekrar ettiğim için affet.
bana söylemediğin şeyler olduğu için kızıyorum sana bazen. benim sana söylemediğim çok şey var aslında. uzun zamandır konuşmuyoruz zaten olsun ben şeyler için seviyorum seni bazen. sırf bunun için değil elbette ama bunun içinde. benim sana söylemediğim çok şey var aslında. beni sevdiğini öngörmek gibi bir öküzlük ettiğim için affet. aksi taktirde nasıl katlanılır ki bana. benim söyleyebilicek birşeylerim kalmadığında nasıl katlanabilir ki bana. yeni bişey denedim efes fıçı çok acı hiç beğenmedim mesela. birazdan kendime bir çay daha koyacağım, bir çay da sana koyardım belki. ve sen, benim dengesiz hayalimden, daha gerçek olsaydın; içtiğinde azalırdı bardaklarda çaylar. şimdi azalan sadece bardaklar. düşüp düşüp kırılıyorlar. çok üzülüyorum.
olmuyor tabi öyle 'olsundu' şu fiil çekimi - film ekimi hakkında ne düşündüğümü bilmiyorum. bu yetersizliği tanımlamak için sanırım. ben vedat milor yemeklerinde tanışmış, aşık olmuş ve bol bol kullanmıştım senin için yazdığım kitapta. af dilemek için tekrar ettiğim için affet.
bana söylemediğin şeyler olduğu için kızıyorum sana bazen. benim sana söylemediğim çok şey var aslında. uzun zamandır konuşmuyoruz zaten olsun ben şeyler için seviyorum seni bazen. sırf bunun için değil elbette ama bunun içinde. benim sana söylemediğim çok şey var aslında. beni sevdiğini öngörmek gibi bir öküzlük ettiğim için affet. aksi taktirde nasıl katlanılır ki bana. benim söyleyebilicek birşeylerim kalmadığında nasıl katlanabilir ki bana. yeni bişey denedim efes fıçı çok acı hiç beğenmedim mesela. birazdan kendime bir çay daha koyacağım, bir çay da sana koyardım belki. ve sen, benim dengesiz hayalimden, daha gerçek olsaydın; içtiğinde azalırdı bardaklarda çaylar. şimdi azalan sadece bardaklar. düşüp düşüp kırılıyorlar. çok üzülüyorum.
27 Şubat 2013 Çarşamba
Hep değilse de bazen, arada bir aslında
bir şeyler eksik ve öyleyken bile
yerine oturuveriyor parçalar
ortasında kaçırdığım filimlerin, sonlarını anlıyorum
düğmeleri tamken bile
bir yakası göğsümde gömleğimin
sessizce önce çözüp ilikliyorum
etrafta biri olmalı
yoksa boşuna utanıyorum
beklemek diyorum adeta gülümseyen monalisa gibi
çünkü sonra, öncenin tekrarıdır daima
bazen soruyorum büyük resimdeki ihtiyara
peki nasıl oluyor da zihninizin sahne önü ve localarını ayırdığınız onca insan
kolayca A4 bir hayata sığıyor
beklemenin anlam kazandığı nadir anlardan söz ediyorum.
nasıl bu kadar kolay oluyor kendi halinde bir hayatı haraca bağlamak ?
ne anlama geldiğini anneme soruyorum sonra.
perspektif bir heceye ait anlamadığım bir şey söylüyor yada eskimo
dilinde siktir git gibi bir şey
bilmiyorum...
Burada bir kapanış konuşması icap eder dostlar ama ben beklemeyi
tercih ediyorum.
çünkü beklemek bu kadar anlamlı olmamıştı.
bir şeyler eksik ve öyleyken bile
yerine oturuveriyor parçalar
ortasında kaçırdığım filimlerin, sonlarını anlıyorum
düğmeleri tamken bile
bir yakası göğsümde gömleğimin
sessizce önce çözüp ilikliyorum
etrafta biri olmalı
yoksa boşuna utanıyorum
beklemek diyorum adeta gülümseyen monalisa gibi
çünkü sonra, öncenin tekrarıdır daima
bazen soruyorum büyük resimdeki ihtiyara
peki nasıl oluyor da zihninizin sahne önü ve localarını ayırdığınız onca insan
kolayca A4 bir hayata sığıyor
beklemenin anlam kazandığı nadir anlardan söz ediyorum.
nasıl bu kadar kolay oluyor kendi halinde bir hayatı haraca bağlamak ?
ne anlama geldiğini anneme soruyorum sonra.
perspektif bir heceye ait anlamadığım bir şey söylüyor yada eskimo
dilinde siktir git gibi bir şey
bilmiyorum...
Burada bir kapanış konuşması icap eder dostlar ama ben beklemeyi
tercih ediyorum.
çünkü beklemek bu kadar anlamlı olmamıştı.
6 Şubat 2013 Çarşamba
Tırnak diplerin ve tırnak diplerinde neler olduğu önemlidir bence;
senin hakkında, senin söylemeyi unutmuş olabiliceğin bir şeyler söylüyor olabilir.
benimkilerde çamur vardı mesela
ve avuç içlerin nasıl koktukları da öyledir.
benimkiler genellikle çatlamıştı ve mandalina kokuyordu
sanırım, sadece 6-7 yıldır dünyalıydım ve işler yolunda gidiyordu
dünya, ben nasıl bakarsam öyle görünüyordu
çamurdan; arabalar ve insanlardan canavarlar yapabiliyordum
ağır sonuçlara yol açabilicek büyük hatalar yapma becerisinden ve
kendiminkinden başlayarak,
yaşamlar berbat edecek yalanlar söyleme becerisinden yoksundum
terkedilmiş ufak bir barakanın, yer yer çatlaklar bulunan kırmızı
kiremit çatısına çıkıp atlamamız yasaktı ama uçup süpermen olmanın
bedelini ödemeye hazırdım.
içinde ''bu, senin hiçbirşeyin yolunda gitmediğini düşünmediğin
zamanlara ait öykün; her şeyin yolunda olduğu zamanlara yani,'' gibi
cümleler olan kitaplar okuyordum
Yanlışlardan habersizdim ve doğruları bilmeme lüzum yoktu
havanın kararıyor olması dışında dert edilecek birşey olduğu
söylenemezdi.
sobanın çıkardığı sesleri dinlemek yeterliydi.
''ne için ? '' bilmiyorum.
ama yeterliydi.
üç tekerlekli bir bisikletle, 2 sokakta dünya turu yapıyordum, üzüldüğüm olurdu ama asla üzgün olmazdım
ve asla mutsuz
senin hakkında, senin söylemeyi unutmuş olabiliceğin bir şeyler söylüyor olabilir.
benimkilerde çamur vardı mesela
ve avuç içlerin nasıl koktukları da öyledir.
benimkiler genellikle çatlamıştı ve mandalina kokuyordu
sanırım, sadece 6-7 yıldır dünyalıydım ve işler yolunda gidiyordu
dünya, ben nasıl bakarsam öyle görünüyordu
çamurdan; arabalar ve insanlardan canavarlar yapabiliyordum
ağır sonuçlara yol açabilicek büyük hatalar yapma becerisinden ve
kendiminkinden başlayarak,
yaşamlar berbat edecek yalanlar söyleme becerisinden yoksundum
terkedilmiş ufak bir barakanın, yer yer çatlaklar bulunan kırmızı
kiremit çatısına çıkıp atlamamız yasaktı ama uçup süpermen olmanın
bedelini ödemeye hazırdım.
içinde ''bu, senin hiçbirşeyin yolunda gitmediğini düşünmediğin
zamanlara ait öykün; her şeyin yolunda olduğu zamanlara yani,'' gibi
cümleler olan kitaplar okuyordum
Yanlışlardan habersizdim ve doğruları bilmeme lüzum yoktu
havanın kararıyor olması dışında dert edilecek birşey olduğu
söylenemezdi.
sobanın çıkardığı sesleri dinlemek yeterliydi.
''ne için ? '' bilmiyorum.
ama yeterliydi.
üç tekerlekli bir bisikletle, 2 sokakta dünya turu yapıyordum, üzüldüğüm olurdu ama asla üzgün olmazdım
ve asla mutsuz
18 Ocak 2013 Cuma
Nasıl olmasın konuşacak bir şeyim. gülmek çok zor uyumak hep
gereksizdi. Fakat ben sessiz kalmak istiyorum bazen seninle. Güzel bir yerlerde
sadece ikimiz. Muhtemelen bir adada kimsenin birbirine adını söylemediği bir
adada geçen insanları izleyip, belki güleriz çay soğur belki karanlık iyicene
çöker üşürüz çimlere uzanırız. neyse leydim. Halinden memnun tek bir insan yok.
Bilmediğini inkar etmekle meşgul insanlar. Çocukken ezberlediğim numaralar
aklımda. Ayetler dualar yirmiüçnisan şiirleri. çok mu saçma oldu. olsun. nasıl yaşarız
saçmazsak. Daha fazla saçmalamama izin vermeyecek kadar aysti içtim. Bazı şeylere
tam karar veremiyorum. Ve yanıp sönen sarı bir ışık dağıtıyor ilhamımı. olsa ne
olur olmasa ne. Sarı saçlı küçük bir kıza, küçük aptal bir çocuk olarak, kızdan
biraz küçük, çok aşıktım ben. yada öyle sanıyordum. nasıl bileyim ki on
yaşındaydım henüz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)